15 Temmuz 2010 Perşembe

ÜÇ GÜN ÖNCE...



Gene geçtim klavyenin başına.. Ve dedim ki yazmalıyım biraz, zihnimin hafiflemesi için yazmalıyım. “Mutluca” sayılabilecek bir dönemden geçmekteyim aslında.. Uçmakta olmasam da fena değilim hani... Pekiiiii, o zaman niye zihnimi kalabalık hissediyorum? Bugün gün batımında biramı içmişim denize karşı, sessizce durabilmişim hiç birşey düşünmeden, ve önümdeki 3 gün de bunları yapabileceğimi umuyorum üstelik... Ama zihnimi, kalbimi, aklımı dolu hissediyorum, yoğun hissediyorum. Neeeden!!!?Tabi ki ben bunun nedenlerini biliyorum... Ama hadi yaz bakalım; Önce tanımla, sonra burada itiraf et...Kolay mı?

Nasıl yaşamalı insan? Neyi önemsemeli en çok..Ben, sezgileriyle yaşayan ve onlara çok güvenen ben... Gözlere güvenen, sözleri kimi zaman hiiiiç önemsemeyen ben.. Bu yüzden mi bu kadar dolu hissediyorum..Bir çok bakış, bir sohbete dönüştüğü için mi? Ne gereksiz diye düşünmekten kendimi alamıyorum ara ara.. Bir yanım diyor ki herkesle sohbet mi edilir deriiiin derin… Ama bir yanım da diyor ki, evet edilir. Sonra her gözle mi konuşuyorum hem ben.. İnandığım gözler var.. Olacak da, biliyorum.Gözlerle konuşmaya başladı mı insan bir kez, söz möz nafile..En şeffaf, en doğal sohbeti tadına vardıktan sonra “tek başına” söz de neymiş beeeeee…..Kaybedilir mi bu? Gözler yalan söylemez denir de denir..Ben de aynen katılıyorum bu klişe cümleciğe, “genel olarak” ifadesini ekleyerek..Eğer gözlerde varsa bir sahtelik; yapacak bir şey, kurulabilecek bir ilişki kalmamıştır zaten..Bu tam bir bahtsızlık halidir. Bu nedenle gözlerin yalan söylemeyeceği prensibi kabul edilmelidir derim…

Sonuç olarak, bu sessiz ayarda fazla konuşma beni yoruyor sanırım.Sesli ayardaki sohbetlere kıyasla bu sessiz sohbetler, eğer yük getirici nitelikteyseler öyle bir çöküyor ki insana.Ama diğer yanından bakarsak madalyona, aynı sessizlik, hani o yük olarak nankörce ifade ettiğim; bazen günlerce konuşmak suretiyle dahi kurulamayan bir yakınlığa sebep oluyor...Çelişkilerim nasıl da beslenmekteler bu dönem :) Yapılabilecek bir şey yok, zamana havale etmek dışında... En kısa ve öz tarifim en net olanıydı aslında açıklamaların.Kalabalık hissediyorum.

........Derkeeeeen..... Bir motivasyon böyle bozulur. Kevso elinde iki nescafeyle gelir, ve insan kendini terasta, gülmekten patlarken bulur! Konumuz da sahilde tanıştıklarımız..Yani kendimizi tanışmış ve konuşmakta bulduğumuz yazlıkçılar:) Valla ben bu sefer gözlere mözlere bakmadım. Üçüncü dakikada başlanan kara çarşaflı dünya kadınlarının iç çamaşırlarının ne kadar renkli olduğu muhabbetinin göz temasıyla bir bağlantısı olduğu düşünülemez zaten. Kaldıkları sitenin yaş ortalaması nedeniyle olsa gerek ki; bir muhabbet bir muhabbet..Hazır bizi bulmuşken..Sakince oturmak konusunda azimli ben bile kendimi kara çarşaflıların iç giyimlerine takmış buldum.. Bir de adam tasvir ediyor; “Düşünsenize bir çıkarıyor çarşafı içinde enterasan şeyler” . Ne kaddddar komik! Hepimiz bunu düşünelim topluca:) Klasik tatil modu.. Anında kurulan samimi, kaygıdan uzak, amaçsız ilişkiler…Böyle başlayan bir muhabbet çeşitli kültürlere kadar yol almayı başardı...Kafkasya falan derken Asbat’a kadar geldik... Aslıcııımm, bak ne güzel zihnini de kalbini de yorma ihtimali olmayan ilişkiler silsilesi..Nankörlük yapma, tadını çıkar! Düşünsene o çarşafın içinde neler olabilir neler:)))))

Gene beklemediğim şeyler yazdım, beklenmeyen bir teras saadeti nedeniyle.Buradan ilhamla; beklemediğimiz güzel şeyler olsun diyorum son söz olarak... Şu an pencereden odaya dolan Ege havasına ve çekirge sesine teşekkürlerimi sunup uyuyorum artık.Ankara’ya dönmeden/döner dönmez, kalabalığım dağılmış olarak, egeden kalanlarla gene yazacağımdır. Sevgiler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder