6 Temmuz 2012 Cuma

YAZMAK ÜZERİNE MIRIL MIRIL BİR YAZI...

"...Saldırgan diyorlar bana 
Oysa kırılganım ben 
Gözyaşlarım mücevher 
Saklıyorum herkesten 
Ürküyorlar gözümdeki ateşten 
Ürküyorlar dilimdeki zehirden 
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen 
gözükara cesaretimden 
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum, 
Bir yanı çılgın dağ doruğu. 
Oysa böyle yapmasam ben 
Nasıl korurum içimdeki çocuğu? 
Bir yanım çılgın nar ağacı 
Bir yanım buz sarayı." M. MUNGAN


...Gene bir yazamama hali vuku bulmuş bende… Yazmak istememe..O kadar ki  Kasım‘da yazmışım en son gönlümce…Oysa yazmak ne kadar güzeldir…


Öyle güzeldir ki, başım dönmez, midem bulanmaz ama  bir kadeh güzel bir şarap içmiş gibi olurum ben yazdıktan sonra. Bir sürü şey dağılıverir... “Ben” duygusu biraz uzaklaşır  ve sihirli bir  biçimde  öteki de olmadan, “öteki” ile ben arasında her zaman ulaşılamayan bir yerde buluveririm kendimi.

Bu yaz  başıma gelen en güzel şeylerden biri,  tatilimin ikinci günü, bir çay bahçesinde karşıma çıkan sıcacık Murathan Mungan söyleşisiydi. Bir çay bahçesi derken, benim en huzurlu, en mutlu olduğum kentin çay bahçesine haksızlık ediyorum, pek bir yabancı oldu. Tatil hediyemi ikinci gün veren o kente ayıp oldu vallahiJ

Söyleşinin sonunda gözlerim dolu dolu, daha çok severken buldum kendimi ustayı...Daha çok okumaya karar verdim, daha çok anlayarak…Bugüne kadar karşıma çıktıkça okuduğum için utandım  nerdeyse... Koskoca Edebiyatı  “bir başkasını anlama yeteneğidir” diye dört kelime ile özetleyiverdi mesela… Benim anladığım güzel edebiyatın bugüne kadar duyduğum en duru, en  müthiş tanımı…

Yazmak, tüm duyuların ötesinde bir his benim için diye düşünürdüm de, hangi yönümü beslediğini hissetmekle beraber tanımlamazdım daha önce...Elbette ki kendi kendine mırıldanırcasına keyfi geldikçe  yazan  ben, edebiyatçı olarak tanımlamıyorum kendimiJ Aman yanlış anlaşılmasın…Sadece yazarken hissettiğim bu minicik hislerin, iyi bir  edebiyatçı da nasıl müthiş ve derin bir hal aldığını düşündüğümü ifade etme çabasındayım.

Sürekli yazan, ama hani yazmak için değil de, içinden geldiği için yazan, her yönüyle bakıyor hayata,  herkese, herşeye..Ve bu içten bakışın sonunda, o kadar bilge oluyor ki, üç basit kelime geliyor yan yana, ve yazdığını sanan birinin üç sayfasından çok şey düşündürüyor insana..Hayal ya da gerçek, başka hayatları da  yazmak  tutkusunu taşıdıkça daha da bilgeleşiyor, daha da içten bakıyor çevresine…Bir sürü farklı kimliğe bürünürken, kötü ve iyi gibi bir sürü çelişkiyi “insan”  başlığının altında toplayıveriyor... İyi edebiyatçıların en anlayışlı, en hoşgörülü insanlar haline geldiklerini nasıl da harika anlattı bir an bile duraksamadan, keşke ben de o anı o konuşmanın şöyle yarısı güzelliğinde anlatabilsem de, o yaşadığım güzel ana ortak edebilsem  herkesi…Yazmaya  bu kadar gönül veren birinin, nasıl sevilesi, sayılası olduğunu gösterebilsem...

Öyle işte…Kafam valla da güzel oldu gene… O güne  gidiverdim tekrar… Söyleşi filan derken, o çay bahçesindeki deniz kokusu bile geldi burnuma…

Daha çok yazmalı, daha çok…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder