Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı." M. MUNGAN
...Gene bir yazamama hali vuku bulmuş bende… Yazmak istememe..O kadar ki Kasım‘da yazmışım en son gönlümce…Oysa yazmak ne kadar güzeldir…
Öyle güzeldir ki, başım dönmez, midem bulanmaz ama bir kadeh güzel bir şarap içmiş gibi olurum ben yazdıktan sonra. Bir sürü şey dağılıverir... “Ben” duygusu biraz uzaklaşır ve sihirli bir biçimde öteki de olmadan, “öteki” ile ben arasında her zaman ulaşılamayan bir yerde buluveririm kendimi.
Bu yaz başıma gelen en güzel
şeylerden biri, tatilimin ikinci günü, bir çay bahçesinde karşıma çıkan
sıcacık Murathan Mungan söyleşisiydi. Bir çay bahçesi derken, benim en huzurlu, en mutlu olduğum kentin çay bahçesine haksızlık ediyorum, pek bir yabancı oldu.
Tatil hediyemi ikinci gün veren o kente ayıp oldu vallahiJ
Söyleşinin sonunda gözlerim dolu dolu,
daha çok severken buldum kendimi ustayı...Daha çok okumaya karar verdim, daha
çok anlayarak…Bugüne kadar karşıma çıktıkça okuduğum için utandım
nerdeyse... Koskoca Edebiyatı “bir başkasını anlama yeteneğidir” diye dört
kelime ile özetleyiverdi mesela… Benim anladığım güzel edebiyatın bugüne kadar
duyduğum en duru, en müthiş tanımı…
Yazmak, tüm duyuların ötesinde bir his
benim için diye düşünürdüm de, hangi yönümü beslediğini hissetmekle beraber
tanımlamazdım daha önce...Elbette ki kendi kendine mırıldanırcasına keyfi
geldikçe yazan ben, edebiyatçı olarak tanımlamıyorum kendimiJ Aman yanlış anlaşılmasın…Sadece yazarken hissettiğim bu minicik
hislerin, iyi bir edebiyatçı da nasıl müthiş ve derin bir hal aldığını
düşündüğümü ifade etme çabasındayım.
Sürekli yazan, ama hani yazmak için değil
de, içinden geldiği için yazan, her yönüyle bakıyor hayata, herkese,
herşeye..Ve bu içten bakışın sonunda, o kadar bilge oluyor ki, üç basit kelime
geliyor yan yana, ve yazdığını sanan birinin üç sayfasından çok şey
düşündürüyor insana..Hayal ya da gerçek, başka hayatları da yazmak
tutkusunu taşıdıkça daha da bilgeleşiyor, daha da içten bakıyor çevresine…Bir
sürü farklı kimliğe bürünürken, kötü ve iyi gibi bir sürü çelişkiyi
“insan” başlığının altında toplayıveriyor... İyi edebiyatçıların
en anlayışlı, en hoşgörülü insanlar haline geldiklerini nasıl da harika anlattı
bir an bile duraksamadan, keşke ben de o anı o konuşmanın şöyle yarısı
güzelliğinde anlatabilsem de, o yaşadığım güzel ana ortak edebilsem
herkesi…Yazmaya bu kadar gönül veren birinin, nasıl sevilesi, sayılası
olduğunu gösterebilsem...
Öyle işte…Kafam valla da güzel oldu gene… O güne gidiverdim tekrar…
Söyleşi filan derken, o çay bahçesindeki deniz kokusu bile geldi burnuma…
Daha
çok yazmalı, daha çok…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder